6 Ekim 2013 Pazar

1.GÜN İZMİR- ALTINOVA (89km) ( 2 EYLÜL 2013)

    Heyecanla 06:15'te uyandım. Bir önceki günden kalma burun akıntım ve boğazımdaki acının getirdiği grip olma korkusu haricinde her şey yolculuk için hazırdı. Dolu dolu yaptığım kahvaltının üstüne bisikletim Gri Kelebek'i apartmanın önünde yükleyip anneme sıkıca sarıldım. Ardından yakınımda oturan amcamlardan "Allahaısmarladık" demek için geçtim. Bu an hepimiz için ilkti ve tek olarak kalacaktı (zamanın tekrarı yoktur).
   Sahil yoluna inip önce Saat Kulesiyle selamlaşıp Alsancak Garı'nda Urim abilerle (Urim Babacan, Can Küçükler, Burcu Kural) buluştum. Saat 09:30'da bisiklet alınmaya başlayan raylı sistem hattına 09:32'de giriş yaptım. 09:40 banliyö treniyle  Aliağa'ya doğru yolculuğumuz başladı.
   İndiğimizde bisikletleri merdivenlerde birlikte taşıyıp öğlen öncesi hareket ettik. İlk grupla şehirlerarası bisiklet yolculuğuna grip olma korkusu içinde çıkan ben biraz düşünceliydim. Yolculuk için gerekmeyenlerin üstüne gruba uyma gerekliliği eklenmişti çünkü.
   Yenişakran'da yediğimiz öğle yemeğinden sonra Ovacık merkeze girmeyerek Aşağıkırka köyü yolundan devam ettik. Yanından geçtiğimiz rüzgargülleri Don Kişotluğumuzu hatırlattı bize.
    Günbatımına yakın vardığımız Altınova'da bizden önce varmış olan Adnan abi (Adnan BARIM) kamp yerimizi denizin dibinde bulunan İlknur Cafe'nin (4 mevsim açık) arka bahçesi olarak ayarlamıştı. Günün son ışığından faydalanıp hızlıca çadırlarımızı kurup bisikletlerimizi birbirine kilitledik. Gri Kelebek'i ilk kez bir grupla kilitleyişimdi bu, o da benim gibi düşünceliydi.
     Cafe'de yemek yerken bulduğum acı biber turşusunu leblebi gibi tükettim gribal durumuma şifa niyetine. Acı tadı sevmeyen benim için bu zordu, ancak yedikçe kendimi daha iyi hissettirtdi. Üstüne galiba 3. ayranı içtiğimde anca kendime gelebildim.
       Bir sonraki gün 07:00'de uyanıp 07:30'da hareket etmek üzere sözleşip erkenden uykuya çekildik. Bundan sonraki gün 5 kişi olarak devam edeceğiz....
  

5 Ekim 2013 Cumartesi

2.GÜN ALTINOVA- KAYALAR KÖYÜ (KÜÇÜKKUYU) 120 KM (3 EYLÜL 2013)

  Planladığımız saatte uyandık, ancak 07:30'da hareket etmedik. Nedeni gruptaki diğerlerinin denize girmesi. Vücudum suya ihtiyaç duymuyorken yüzmek, çeşmeye kafamı uzatmak bile zihinsel durumumu bozabilirdi. Henüz suya ihtiyacı olmayan ben için bu durum sıkıcıydı. Yolculuğun yoğunluğu sabah olmalıdır bana göre. Pedal çevirmeye başladığımızda tanıştığımız Ayhan abinin bizi götürmesiyle en yakın çay bahçesinde sıkı bir şekilde kahvaltımızı ettik. Çay ücretlerini bize çaktırmadan ödeyen Ayhan abiye teşekkürle pedallar döndü, gün hedefi Ayvacık (saat10:40).
 Güne geç başlamak önceleri öğlenleri dinlenerek geçiren beni baştan düşündürttü. Bir lastik patlağında verdiğimiz kahve molası haricinde mola vermeden devam ettik. Edremit'ten geçerken önünden geçtiğim tatil köyü beni geçmişime götürdü. Ailecek tatil yaptığımız yerin tabelasıydı burası. Kaç yıl olmuştu? 12..... 12 yıl öncesi, ben, benim içimdeki ben, değişen yaşam, dünya......Ve çekirdeği aynı kalan ben. O yıllarda da düşüncelerim farklıydı ama şuan düşüncelerimi hayallerimi yaşıyor olmak ayrıca mutluluk verici. Yıllar ne zaman geçti.

   Ara vermeden devam ettik. Akşamüstü Zeytinlibağ'da bir kahvede karpuz peynirle yediğimiz öğle yemeği hepimizi serinletti.Burada günün gidişatına göre geceyi Urim abi ve Can abinin tanıdığı olması nedeniyle geceyi Kayalar köyünde geçirmeye karar verdik.
  Küçükkuyu merkezi geçtikten sonra Assos sapağından devam ettik.Hava kararıyordu. Devamında girdiğimiz Kayalar köyü sapağında hava tamamen kararmıştı ve sapaktan sonrası olan 4 km rampaydı. Zifiri karanlıkta eğimini tam göremediğim rampaları çıkmak bu güne özeldi. Ön farım yeteri kadar aydınlatmayınca kapatıp, güneş gözlüğümü çıkarıp yıldızların ışığında devam ettim. Zamanla gözüm alıştı. Grup tempoya göre önden Can ve Adnan abi, ortada ben, arkada Burcu ve Urim abi olmak üzere 3 parça halinde hareket ediyordu. Çünkü herkesin temposu farklıydı. Önümdeki veya arkamdaki grubun ne sesinden ne de ışığından bi haber çıktım rampaları. Yer yer Gri Kelebek'i iterek devam ettim.
  Köye vardığımda sırtım sırılsıklamdı. Hiçbir yere kilitlemeden denk gelen bir duvara dayadım bisikletimi. Köy kahvesindeki küçük tüpte yapılan ton balıklı makarna lezzetliydi. Üstüne sohbet ettiğimiz Arif dayı (kahveci) köyün ahlaki ütopikliğini, huzurunu anlattı. Böyle şeyler en fazla masallarda olabilirdi kapılar kilitlenmez , konuşmalarda belli bir adap vs....
  Köy kahvesi boşaldığında sandalyeleri birleştirerek yaptığımız uyku tulumu yerlerinde güzel uykumuza çekildik. Açık havada uyumaya önceki turumdan alışık olan ben balkondaki sandalyeleri birleştirdim. Hazır hava tertemizken vücudumun gece boyu oksijene doydu.......

4 Ekim 2013 Cuma

3.GÜN KAYALAR KÖYÜ - BOZCAADA - ÇANAKKALE (62KM) (4 EYLÜL 2013)

  Manzaraya bakarak uyandım. Hemen kahveyi eski haline getirip manzara eşliğinde keyifli bir kahvaltı yaptık. Kahvaltının üzerine biraz daha oturup müsaade istedik. Yolcu yolunda gerek.
  Önceki gece çıktığımız rampaların devamını çıkarak ana yola çıktık. Gözüm yeşile doydu. Anayola çıkınca Ayvacık'a varmamız çabuk oldu. Bir çay molasının üstüne tam pedal devam ettik.
  Geyikli yol ayrımında gruptan ayrılıp tempomu artırarak arabalı vapura koştum. 18 km mesafe rampa çokluğu nedeniyle bitmedi. Kilometre sayacına her baktığımda 30 dakika var görünmekteydi. Son dakikalarda tempomu artırarak yetiştim arabalı vapura. Hatta öyle ki bilet alırken öğrenci olduğumu söylemediğim için 2,5 yerine 6 TL ödedim. Vapur inişimde tanıştığım bisikletiyle gezen Arda'yla tanışmak güzeldi. Onun da benim gibi İstanbul'da öğrenci olması dünyanın küçüklüğünü anımsattı.
  Varır varmaz önceden rezervasyon yaptırdığım akşam için Çanakkale'ye deniz otobüsü biletimi aldım. Ardından gezmeye "Yerel Tarih Araştırma Merkezi Müzesi"yle başladım. Müze görevlisinden duyduğum "Gezecek bir yer yok" cümlesi vakit azlığıma sevinmemi sağladı. Kale, sokaklar, farklı mimari yi gezmem çabuk oldu. "Ayazma Plajı"nı duydum, ancak denize girme niyetim olmadığı için gitmedim.
  Akşam saatinde bindiğim deniz otobüsü bir bisikletli olarak daha özgür olduğumu hatırlattı. Bozcaada'ya arabayla gitmiş olsam dönebileceğim tek yer Geyikli olacaktı. Bisikletli olduğum için aynı yerden tekrar geçmedim. Çanakkale'ye vardığımda hava kararmıştı. Daha önceden internetten gönderdiğim mesaj sayesinde buluştuğum Selim ağabeyle sohbet keyifliydi. Oradan geçtiğim Çanakkale Devlet Hastahane'si bahçesindeki kamelyada huzurlu uykuma çekildim.

3 Ekim 2013 Perşembe

4.GÜN ÇANAKKALE - SİNEKÇİ (118 km) (5 EYLÜL 2013)

  Uyandığımda hava serindi. Tam hareket edecektim ki işine bisikletiyle gelen Murat ağabeyin sabah çayına konuk oldum. Emekli öğretmen olan Murat abi, keyifle eğitimini aldığı hastane bahçesinin toprak işleriyle uğraşıyor.Sohbetine doyum olmadı, beni oğlu gibi gördü resmen.  Tam hareket ederken telefon numaramı istedi, varınca aramamı tembihledi.
  Çanakkale'den ayrılmadan önce Truva atıyla tanıştırdım Gri Kelebek'i. Tahta at savaşta kullanılmış, demir atlarla daha barış içinde, daha temiz olacak dünya.  
  Şehirlerarası yola çıktığımda ilerlerken manav Ahmet abiyle tanıştım. Benim için çay demledi, yediği yemekten zoraki yedirdi. Bakışları o kadar doluydu ki gözümü ondan ayırmak istemedim. Denizin tam karşısında şehit düşen dedelerimizi andık onunla birlikte. Nasıl da seve seve gitmişlerdi Çanakkale'ye..... 98 yıl önce ve tam karşı kıyıda.....
  "Diyelim ki dövüşülmeye değer bir şeyler için savaştayız/ Daha o gün ilk hucümda kapaklanıp ölmek de mümkün/ Büyük bir istekle bileceğiz bunu/ Ve büyük bir hınçla merak edeceğiz/Belki de yıllarca sürecek savaşın sonunu  " NAZIM HİKMET "YAŞAMAK" ŞİİRİNDEN
 Devam ettiğimde her pedalda başka olaylar geçiyor aklımdan ve gözümü alamadım karşı kıyıdan.  
 Öğlemolamı verdiğim Gürecialtı kasabasında tanıştığım Fransız gezgin çift yolculuğun yaşı olmayacağını hatırlattı. Bayan 54, bay 62 yaşında; Fransa'dan tam pedal gelmişler. Bunun için çalıştıkları yerden 7 aylık izin alarak çıkmışlar yola. Bundan güzel dinlenme olamaz zaten.
   Bir yol kenarında tanıştığım polislerden aldığım fikirle akşam için çadır yerimi Baştur Petrol olarak kesinleştirdim. Yola devam ettiğimde yol çalışmalarına tekrar sevindim , 2 şerit benim.
  Ağzımdaki kurabiyeleri ıslatmak için çayımı içtiğim Üçyol Cafe (Biga/Çanakkale) nereye gidersem gideyim aslında uzaklaşamayacağımı hatırlattı (İzmir Üçyol'da büyüdüm). Biga'dan geçerken tanıştığım resimdeki arkadaşlar özellikle bu fotoğrafı herkese göstermemi istedi, "Merak ederlerse buradayız, bizimle tanışabilirler" diye ekleyerek.
  Günbatımına yakın vardığım Baştur Petrol'e vardığım gibi çadır müsaadesi aldım. Kamelyanın yanına kurduğum çadırıma hızlıca yerleştim.Telefonuma baktığımda sabah tanıştığım Murat abinin aradığını gördüm. Nasıl da hızlı bağlanıyor insanlar birbirine. Aradığımda öğrendim ki beni merak etmiş.
  Çorbanın yanına aldığım fazlaca ekmeğin yanına ton balığımı katık edip karnımı doyurdum. Bacaklarımın ağrısından basamak çıkmakta zorlanıyordum, ancak tek başınalığımın tek olumsuz yanının bu olması tercih edilirdi....

2 Ekim 2013 Çarşamba

5.GÜN SİNEKÇİ - BANDIRMA - İSTANBUL (75 KM) 6 EYLÜL 2013



  Erkenden uyandığımda bacağımdaki ağrı beklediğimin aksine geçmemişti. Mola tesisinde aynı zamanda kamyon ve otobüsler de duruyor olması nedeniyle gece saatlerinde çadırın içi zaman zaman gündüz gibi aydınlık olmuştu.Gece bu nedenle birkaç kez uyandım. Hatta birinde dışarı baktığımda kamelyada otobüs molasında oturan insanlarla denk geldim. Ben onlara bakınca onları anlayabiliyordum ama onların bana bakışı farklıydı.
  Tam çay tost la kahvaltımı yaptım, kamyoncu bir abi "Yanında biri olsa iyi olmaz mı?, Canın sıkılıyordur" demişken yanıma 2 arkadaş geldi (Baran ve Şahin). Biraz sohbet sırasında bunun onları ilk turu olduğunu, aynı yere gittiklerini, yanlarında olmayan mat ve uyku tulumundan dolayı geceyi çok zor geçirdiklerini öğrendim.
  Rampalar birbirini takip etti. "Bu son", "Bu son" diyerek gidiyorduk. Benim ve Baran'ın patlayan birer lastiğimiz molalar oldu. Bandırma giriş tabelasını gördüğümüzde hissettiğim  çok şey vardı. Tek sıkıntımız tabelanın iniş rampasının tam ortasında olmasıydı. Deniz otobüsü iskelesini yukarıdan gördüğümde Gri Kelebek sanki demir attan, kanatlı at a terfi etmiş gibiydi.
  Deniz otobüsü iskelesinin önünden Bandırma'dan arkadaşım Cihan'la buluşup hızlıca biletlerimizi aldık. Üstüne yediğimiz dürüm adeta midemi dolduruyordu. Yemek yemeden önce koktuğumu hissetmeye başladım. Galiba kendimin kötü koktuğunu fark etmem için öncelikle normal kokunun ne olduğunu fark etmeliydi burnum. Yolculuğun başından beri ilk kez kendi kokumdan rahatsızdım.
  Feribota bindiğimde her şey nerdeyse bitmişti. İlk bisiklet turumun başladığı yerde 2. turum bitiyordu. Feribottan inip tam tempo eve ulaştığımda yolculuğumdan bahsettiğim komşularım adeta alkışlıyordu.
  Eve varınca hızlıca eşyalarımı boşaltıp duşa koştum. Vücudum belki de ilk kez bu kadar özlemişti sabunu ve suyu. Evde beni karşılayan dostum Ender'le gidip güzel bir yemekle kutladık 2 Bisiklet Turumun tamamlanmış olmasını. Uzun zaman beklemiş, sabretmiş, muradıma ermiştim......
  Darısı nice yolculuklara.......
       

9 Eylül 2013 Pazartesi

1.GÜN (İSTANBUL-İZNİK 83 km) (13 TEMMUZ 2013)

   Saat 05:10’da heyecanlı uyanışımla başladı günüm.Yeni bir günün getirisi, büyük bir yolculuğa başlamaktan başka ne olabilirdi ki? Büyük keyifle bisikletimi apartman girişine indirip ardından heybelerimi takarak, tam pedal yalova iskelesine!!! Biniş salonuna geçtiğimde, tura çıkmış 4 bisikletliyle daha tanıştım.Sanırım yolun en büyük getirilerinden biri olacak yeni arkadaşlar. Turlardan ve yoldan konuşmaya başlamamızla, feribot yolculuğunun nasıl geçtiğini anlayamadım. Vapurda bir şeyler atıştırıp, indikten sonra direk Orhangazi yoluna girdim.

   Orhangazi'deki İznik kavşağını geçer geçmez, arka lastiğimin patlak olduğunu fark ettim. Bir dükkanın önünde hızla durup, lastiğimi incelediğimde lastiğimin patlama nedeninin dış lastikten kaynaklı olmadığını gördüm.Götürdüğüm bisiklet tamircisiyle baktığımızda jantın iç lastiğe doğru pütür yapmasından kaynaklı olduğunu gördük, pütürleri törpüledi. Dükkana döndüğümde dükkandaki amca eşyalarımın başında bekliyordu. Bir insan bir insanı nasıl da kolluyor… Hem de hiç tanımadan… Belki bir daha hiç karşılaşmayacağını bildiği halde…
   Ilıca’nın 18 km uzaklıkta olduğunu da öğrenerek tekrar yola koyuldum. Ilıca’ya vardığımda 200~300 metrekarelik sadece ayaklarımı sokabilecek durumda olduğum bir havuza giriş için 3 tl giriş ücreti istediler. Yolcuyuz, zaten akşama İznik Gölü’ndeyiz. Memleketimde (Göller Yöresi) göl bol diyip yola geri döndüm.
Boyalıca köyündeki çay ocağı sohbetinden sonra, 18:00 gibi İznik'e girdim. Belediyenin hazır kurulu çadırında kalabileceğimi söylediler, üstüne bir de beni yemeğe misafir edebileceklerini öğrenince, iyice keyiflendim.
   Sahilde gezintiye çıkıp, biraz göl kenarında yürümek bana iyi geldi. Yorgunluk falan kalmadı, silkelendi omuzlarımdan ve düz taban ayaklarımdan. Bir sonraki günle ilgili son muhabbetleri edip, sabahımı gözlemek için, 22:00 gibi uykuya daldım.

8 Eylül 2013 Pazar

2.GÜN İZNİK-BOZÜYÜK (100KM) (14 TEMMUZ 2013)

  Yola çıkarken sabah serinliğinde “Allahısmarladık” dedim güvenlikçi abiye...İyi dileklerini bakışları bile anlatıyordu. İlerlediğimde sabah serinliğinde şeftali tarlalarına giden çiftçilere tüm iyi niyetimle bereket diledim.  
  Bir önceki akşamdan arkadaşımla konuştuğum gibi Beşevler içinden Osmaneli yoluna girdim. Oraya yaklaştığımda sorduğum benzinlik (bana türkiye karayolları haritası da verdi) rampanın dik olduğunu söyledi ancak iniş çıkışın birkaç katı olunca değdi.      
  Saat 08:00’de Osmaneli’nde limonlu su eşliğinde kahvaltımı yapıp son tüyoları aldım.Az biraz sonra Eskişehir otoyoluna girdim. Hem çok şeritli hem de güvenlik şeritli olması güven duygumu artırdı. İlkinde biraz korktuğum 2 tüneli geride bıraktım. Artık kendimi yola ait hissetmeye başladım. Yol kenarında az ağaç olması nedeniyle kendimi İç Anadolu  ikliminde hissetmeye başlamıştım.    
  En sonunda yol kenarında direkler üstünde dengede duran saç bir tente gördüm. Gölgesine oturup sandviçimi yedim. Tam kalkıyordum ki 2 tırcı abi yemeklerine davet etti. Çayları olduğunu duyunca kabul ettim. Hazırladıkları yumurtasız menemen (biber,soğan biraz yağda öldürülüp üstüne soyulmuş, ipince doğranmış domates) damağımı şenlendirdi ve üstüne verdikleri buz gibi soğuk su yakıtım oldu. 
 
   Bu akşama Bozüyük’te kalmaya karar verdiğim için Bilecik sapağına hiç girmedim bile.   
  Sonraki mola yerime yaklaşmam vakit aldı. Oturmadan önce az şey alacağımı çok oturacağımı söyleyerek içimi rahatlattım (büyükşehir alışkanlığı).Çaldıkları keyifli müzik eşliğinde günlüğümü yazdım. Bitirdiğimde orta yaşlı ağabeyle sohbetimiz başladı. Ahmet Mumcu’nun arkadaşı olduğu söylemesi heyecanlandırdı, telefonla ona ulaşarak Bozüyük’te olduğunu öğrenmemizle ağzım kulaklarıma vardı. Yol büyük bir sürpriz yapıyordu bana.    
  Devam ettiğimde heyelan önlemleri dikkatimi çekti, demiryolu çalışmalarını gözlemlemeden edemedim. Bozüyük sapağından sonra at ve sahibini görmem güzel bir fotoğrafı getirdi.   
  Akşamüstü Bozüyük Çay Bahçesi’ndeydim. Sohbet ettiğim amcalardan biri gece oraya yakın mesafedeki mola yerinde çalıştığını, kalma sorunum olursa orada yardımcı olabileceğini söyleyerek cep numarasını verdi.    
   İftar saati olduğunda akşam yemeği masasında karşımda Ahmet Mumcu vardı. Sohbet keyifliydi. Lise yıllarında o da benim bölümümü (Jeoloji Mühendisliği) yazmayı düşünmüş, hocalarının “çok dağda gezersin” uyarısıyla yazmamış, bence yazsa iyiymiş.  
  Konaklama durumu için tekrar çay bahçesindeki amcayı arayıp mola yerinin tarifini aldım. Vardığımda beni güvenlikle tanıştırdı, bisikleti güvenli yere kilitleyip uzun koltukta uykuya çekildim. Bu gece yatağım mola yerindeki uzun koltuk oldu.

7 Eylül 2013 Cumartesi

3.GÜN (BOZÜYÜK-ESKİŞEHİR 45+33şehiriçi km) (15 TEMMUZ 2013)

  Uyandığımda amca gitmişti, ancak diğer kişilere iyi tembihlemiş ki güvenlikten çantamı rahatça alıp çay tostla kahvaltımı yaptım. Tam çantalarımı takmıştım ki “HES’ lere Karşı Bisiklet Turu” için Çanakkale’ye otobüs yolculuğu yapan PAB(Perşembe Akşamı Bisikletçileri) Samsun’dan 3 arkadaşla tanıştım, yolun çekim gücü...
      
    15.km’de meşhur Poyra rampasına geldim. Büyütülenin aksine 2 km uzunluğunda ve sadece %5 eğime sahipti.
   Sabah saatlerinde Eskişehir merkezine girdim. Heykellerle sohbet ettim, porsuk çayının akışına bıraktım biraz pedalları. Heykeller şehrin görünümüne ayrı bir anlam veriyordu. Tam çay çevresinde bir bankta oturmuştum ki yola inanan ancak henüz bedenini özgür bırakmamış bir arkadaşla tanıştım, sorularını keyifle cevapladım ve demir atlı gezginleri bir çırpıda sıraladım. Sağolsun o da bana Eskişehir’de gezmemi önerdiği yerleri sıraladı.
   İlk durağım Kentpark’taki Güvenlik Görevlisi arkadaşla sohbetim sırasında  “Size manyak mısın diyen olmuyor mu?”  sorusu yolculuğuma tekrar uzaktan bakmama neden oldu.Güzel günler gelmiş, sabredecek birşey kalmamış kendimi yolculuğun akışına bırakmıştım. “Oluyor, hem de çok, fakat kalbimin sesinin ağır basmasını sağlıyorum” diye cevapladım. Günün sıcak saatine denk gelmiş olmamdan dolayı belki de Sazova’yı pek anlamlandıramadım, içinde gölet var, yeşillik, güzel bir manzarası var, masalşatosu var… Güzel cafesinde öğle yemeğimi afiyetle yedim. Odunpazarı Evleri’nin dış mimarisi dikkat çekiciydi, birinin içinde rahatça soluklandım.Bir tür kiltaşına şekil vererek yaşamının metasını sağlayan, zaman zaman İstanbul’a yolu düşen arkadaşla sohbeti tatlandırdık. Yola inanan yeni insanların olduğunu öğrenmek bana iyi geliyor.  
   Ardından vardığım kuzenimin evinde varışım için hazırlıklar tamamlanmıştı. Sıcak günlerin ardından sıcak suda vücudumu yumuşattım.[Yeğenim yaptığım turu duyunca “Teyzeme söyleyelim, izin vermesin” demiş.] Uzun zaman sonra aile sofrasında yemek yemenin huzuru ruhumu doyurdu.  Sadece AN'ı yaşıyordum. Çünkü AN aile sofrasıydı. Bir beton kafeste tek başına yaşayan benim için bu çok özeldi.              
  

6 Eylül 2013 Cuma

4.GÜN (ESKİŞEHİR-SİVRİHİSAR 110 km) (16 TEMMUZ 2013)

  Güne “Aile kahvaltısı”yla başladım. 4.günümde kahvaltıda çay görmek güzeldi. Sofradan kalktığımda içimde duygusal bir şişlik vardı.Kalkmak istiyordum, yolculuk sırasındaydım ama yeğenlerim çok tatlı bakıyordu.Kalmamı istediklerini öğrenmek için gözleri yeterliydi. Sodayla hafiflettim duygularımı ve çantalarımı taşıdım apartman girişinde kilitli Gri Kelebek’e... Kuzenimin “Çağrı kal 1 gün daha” önerisine “Yol beni bekler” cevabı vermek bugüne özgüydü.
   Bugünü 85 km lik sürüş olarak netleştirmiştim¸ ancak Sivrihiar 85 tabelasını gördüğümde 20 km geçmişti. Bir benzinlikte sohbet molası verdiğimde önümden başka bir bisikletli gezginin geçtiğini duymak, benim yalnız olmadığımı hatırlattı. Karakayalar manzarası olan bir yerdeki yol üstü esnafın karpuz ikramıyla devam ettim. 
    Sivrihisar’a vardığımda önce oradaki taksicilere akıl danışıp, otel çalışanlarıyla konuşup gece için çadır kurma yerimi otelin bahçesi olarak izin aldım.Belki de jandarmaya da danışmalıydım, belki bana daha uygun bir yer önerirlerdi. Çünkü hava kapalıydı, yağmur geliyordu. Her ihtimale karşı kısa bir sağlık  bakımı için Gri Kelebek’i 3 lü eskortluk yapan bisikletli dostlarımla birlikte ufak bir tamirciye gösterdim, iyi durumdaydı. 
     Bir lokantada yediğim akşam yemeğinin yanında içinde küf barındıran bir kişiyle tartışmam benim için enerji kaybı oldu.
     Önceden olasılık olarak düşündüğüm çay bahçesine gittim, müsaade ettiler. Fakat meta doyumsuzlukları nedeniyle üstü kapalı olan yeri göstermediler. Yağmur bastırınca onlara ait paralı beton kafeste geceyi geçirmek zorunda kaldım. Evdeki çadırım aklıma geldi, fakat onu da tek kişi kuramıyordu.
    Gece nöbetçisi abiyle sohbet ederken “kahvaltısız” anlaştığımı söylememe rağmen onu kahvaltı davetiyle metanın herşey olmadığını fark etmiş bir insan beni mutlu etti.

5 Eylül 2013 Perşembe

5.GÜN (SİVRİHİSAR-SÜLÜKLÜ 124 km) (17 TEMMUZ 2013)

  Bu sabaha havanın kapalı olması nedeniyle düşünceli uyandım. Saati 9’a kurduğum halde 7’de kaygılı bir şekilde uyanıp kahvaltımı yapıp Çeltiklide kalmak niyetiyle kestirmeden (BallıhiSar-Ertuğrul-Aydınlı(Kanlıca)) yola koyuldum. İşaret parmağımla durmayan araçlar geçti, en sonunda “Soru sorcam”  diye bağırmamla durdu, böylece köy yolları arasında kaybolmadım.    
  Çeltikli’ye vardığımda çadır yeri sorduğum –sporcu olmayan- emniyet görevlisinin “Ben olsam 1,5 saatte giderim Sülüklü’ye” lafıyla gaza gelip Sülüklü’ye (Küçükhasan-Odabaşı- Saray) devam ettim. Adamakılı köyünün civarındaki tarlalardan geçerken yanımdan geçerken sohbet ettiğim bir arkadaşın tarlada çay davetini kabul ettim. Çayın yanında verdikleri yufkayı dikkatlice çantama yerleştirdim. Hayatımda ilk kez şekerpancarı tarlası görmüş ve çiftçisiyle tanışmıştım. Emeğin kutsallığını tekrar andım.
  Sülüklü’ye 23 km kala km sayacım 100ü gösterdiğinde zorlanmaya başladım (belki de psikolojik).      
  Sülüklü’ye girmeden sorduğum TMO Ofisi güvenlikçilerinin önerisiyle direk muhtara vardım. Köy misafirhanesinin anahtarını alıp çantalarımı indirdim. Tam yerleştikten sonra bir kişinin bisikletimi içeri almamı uyarması misafire olan dikkatlerini gösteriyordu.   
  Bakkaldan aldığım 2 soda 2 ayran 1 pide ve çantamdaki konserve ton balığıyla güzel bir yemek yedim. 
   Ağabeyimin yoğun önerisiyle rotayı Kadınhanı-Ilgın tarafına çevirmeyi düşündüm, içime tam sinmeden de olsa rotayı çevirmeye karar verdim. Kadınhanı-Ilgın-Akşehir-Yalvaç- Eğirdir-Uluborlu şeklinde devam edeceğim.    
  Güneş kremimin bitmiş olması nedeniyle sürememiştim, kollarım ve bacaklarım hem güneş yanması hem yorgunluktan acıyordu.Kollarımdaki acı nedeniyle güneş yanığı kremi, kas gevşetici, güneş kremi almayı zihnime kazıyıp erkenden uykuya daldım.

4 Eylül 2013 Çarşamba

6.GÜN (Sülüklü-Ilgın 70 km) (18 TEMMUZ 2013)

  Daha fazla uyumak istememe sağmen benzer saatte kalkıp yola koyuldum. Sülüklü sapağından çıkıp Kadınhanı yoluna girdim, hava kapalıydı, yalnız tarlalar yağmurun her an yağma durumunda olduğunu söylüyordu. Ki yağmura önlemim çöp torbalarından ibaretti. Karamsarlığı atmak için birkaç fotoğraf çekildim ancak sıkkınlık devam ediyordu, az araç geçmesi de cabası. Planımda olmayan bir yoldan geçiyor olmam da hazmımı zorlaştırıyordu.
   Sapağı geçmiştim ki 4 çeker çift kabinli bir kamyonet durdu. Önce beden diliyle sonra Türkçe olarak beni en yakın yol ayrımına götürebileceğini söyledi. Ben de kabul ettim. Kadınhanı yol ayrımında inip yoluma devam ettim. Kadınhanı’na vardığımda adam kendimi iyi hissedip hissetmediğimi, yolu gitmeye elverişli durumum olup olmadığını tekrar sordu ve indirdi. İndiğimde direk bir eczaneden kas gevşetici krem, kas gevşetici hap, güneş kremi, yanık kremi alıp yol durumunun fazla rampalı olmadığını öğrendim.
  Ilgın’a vardığımda sokaktaki 1 2 kişiye ve jandarmaya çadır kurma yeri danıştım, ancak bölgede kaplıca turizmi olması nedeniyle hiç kimse pansiyonları önermek dışında bir şey yapmadı. 7 saatlik uyku için 25 TL vermek yağmur haricinde benim için gereksizdi. Son çare olarak belediyenin misafirhanesine gidip durumumu anlattım, benim çantalarımı da koyabileceğim güvenli yer olduktan sonra bir bankın dahi yeterli olacağını söyledim. Güvenlikten bir kişiyi yanıma verip şehir çıkışına doğru olan caminin 2 üst basamağını gösterdiler, sonrasında zemin taş olması nedeniyle içime sinmedi ve ben de camii duvarıyla bir ağacın arasındaki toprağın üstüne çadırımı kurdum. 
  Havada bulut görmek beni korkutuyordu, ancak farklı kişilerden yağışsız cevabı almak içimi rahatlattı.Çadıra yerleşmek en kolayıydı, başucumdaki ağaca kilitlediğim bisikletimden çantalarımı rahatça indirdim çadıra.Çadırda kalmak tam bir konformuş. Ardından en yakın bakkaldan akşamlık bakkal alışverişimi yapıp, konserve ton balığımla güzel bir akşam yemeği yedim ve ilaçlarımı alıp çok erkenden huzurlu uykuma geçtim.     

3 Eylül 2013 Salı

7.GÜN (ILGIN – AKŞEHİR – YALVAÇ 99 km) (19 TEMMUZ 2013)

  Artık uyandığımda hava açıktı, havanın açık olduğu diğer günler gibi sabahın ilk ışıklarıyla yola koyuldum.       
  Amacım Akşehir’de Nasreddin Hoca’yla tanışıp, Yellibel Geçidi’nden geçerek akşamına Yalvaç’ta olmak. Akşehir’e az kala 8.00-12.00 ve 13.00-18.00 arası çalışmadan dolayı yolun kapalı olduğunu öğrendim.Bu durumda zamanlamaya dikkat etmem gerekiyor, zamanında orada olmazsam durum zor görünüyor.    
  Nasreddin Hoca Gülmece Parkı’na vardığımda bisikletli bir dostum beni keyifle gezdiriyor, sayesinde tüm fıkraları tekrar hatırlıyor, bir güzel gülüyorum medeniyetin, topal toplumların ağlanası haline…     
  Hocanın en sevdiğim fıkrasını burada anmazsam olmaz:          
  “Hoca bir gün çarşıdadır ve yanına gelen biri   
      –Hocam sizin öküz çiti kırmış, komşunun ekinlere zarar veriyormuş” der. 
      Hoca düşünür, -bağlasam durmaz engel yapsam, aşar ve şu an uzaktayım-       
     -"Bana ne" der.    
 Sonra gelen başka biri az önceki kişiyi düzeltip      
     –Arkadaş yanlış söyledi, asıl komşunun öküz senin ekinlere zarar veriyor deyince  Hoca “Sana ne” diye karşılık verir.” Yaşadığımız dünyada zaman zaman bu ikisini kullanmamızın hayatımızı kolaylaştıracağı düşüncesindeyim: “Bana ne” “Sana ne”. 
 
  Türbeye vardığımda “Dünyanın Tam Ortası”nda resim çekilebilmiş olmak ayrı bir güzellik. Orada dururken inançlı bir şekilde Kur’an okuyan Sevilay teyzeyle tanıştım, manevi torunu olmayı kabul ettim. Yalnız olduğunu öğrendiğim teyzeye telefon numaramı verip, onun numarasını alıp ilk fırsatta aramaya söz verdim. Yolculuğumun geri kalanında teyzemin duaları da beni koruyacak.    
 
  Yalvaç yoluna girdim, kapalı olan yerin başta olduğunu zannetmiştim, ancak biraz ilerdeydi kapalı olan 2 kilometrelik kısım. Kapanma sınırına geldiğimde saat 11:30du. Açılan kısımda biraz daha tırmandım. Tırmanışın bitmesine çok az kala “Afiyet olsun” seslenmeme “Gel birlikte olsun” diyen kamyoncuların öğle yemeğine misafir oldum.      
  Asıl zorluk inişin başladığı yerdeydi.Tırmanmanın getirdiği yorgunlukla ellerimi frenden çok az bir süre çektiğimde hızın çok arttığını görmem beni korkuttu. Hatta bir kısmında hem 1 cm ve daha küçük boyutta malzemeden oluşuyor hem de ıslaktı. Islak kısmı geçtiğimde dizimde ten rengimi zor seçiyordum. İlk aklıma gelen bu halde kimseyi ne uyku tulumuma ne de çadırıma almayacağım olduğuydu. Gözüm çeşme aramaya başladı.,ilk hayrat çeşmesinde bacaklarımı ve kollarımın tozunu aldım.  
 
  Akşamüstü Yalvaç’a vardığımda ilk işim uygun çadır yeri sormak için Belediye zabıta birimine uğramak oldu. Saat 19:00’dan sonra Masırlı Piknik Alanı’na geçmemi, geceyi orada güven içinde geçirebileceğimi söylediler. En yakın çaybahçesinde çayımı içerken günlüklerimi tamamladım.           
  Tam kalkıyordum ki turum hakkında, yol hakkında sordukları soruları keyifle cevapladığım, sorgulayan dimağlara sahip amcalar beni iftar yemeğine davet ettiler. Meşhur çınar ağacının orda fotoğraf çekilip iftar ziyafetine konuk oldum. Artık Yalvaç’ta 4 dostum var. Saat ilerleyip üşümeye başladığımda amcalardan biri beni buluştuğumuz çay bahçesine götürüp, oranın sahibine durumumu anlattı. Erken yola çıkacağımı duyunca o an kimsenin olmadığı çay bahçesini hemen kapattılar. Çay bahçesindeki toprak alana serili uyku tulumumda güzel bir  gece geçirdim.       
   

2 Eylül 2013 Pazartesi

8.GÜN (YALVAÇ-EĞİRDİR 83 km) (20 TEMMUZ 2013)

  Erkenden uyandığımda vücudumdaki sindirilmemiş besinler beni tuvalete koşturttu. Bugünkü güzergah Gelendost üzerinden Eğirdir. Önceden arayıp orada çadır yeri bulduğumdan (Eğirdir Turizm Doğa Sporları Derneği) bekli de pek bir heyecanım yoktu. Yalvaç tarafına geçtiğimden beri kendimi Uluborlu’nun dibinde hissediyordum.  Kavak ağaçlarının şekli, duruşu bana Uluborlu’yu hatırlatır hep.
  Biraz rampalı virajlı bir yoldan geçiyordum.Bir yerden sonra keskin ilaç kokusu almaya başladım, çevreme baktığımda ise elma bahçeleri vardı. Beni bile rahatsız eden bu kimyasalların ağaçlara ne hissettirttiğini merak ettim. Bir yerden sonra sağım göl, solum ağaç olan yollar başladı, teorik olarak böyle bir yerden geçerken keyif almayı bekliyordum, ancak pek tadım yoktu belki de ayrılık hüznü. Selamlaştığım manavın çay ikramını kıramadım. 

  Öğle saatinde çadır kuracağım yere varmıştım. Yaklaşırken aldığım ekmeğin arasına konserve ton balığımı koyup hem açlığımı hem de çantamdaki yükü azalattım. Ardından yanıma günlüğümü ve havlumu alıp gezintiye çıktım. İznik’teki gibi suda yürüyerek ayaklarımı dinlendirmek istedim, ancak sanki ayaklarım dinlenmemekte inat ediyor veya yadırgıyordu yolun bitiyor olmasını. Uluborlu’daki babaannemi arayıp yarın öğleden önce arabayla geçerken araçtan inip onun yanında olacağımı haber verdim. Onu farklı birşeyden kuşkulandurmadan oraya varacağımı anlatmanın tek yolu buydu.        
  Akşamüstü bir kişinin bana yabancı aksanıyla “Hi!” (İngilizce “selam”) demesi beni şaşırttı. Eğirdir’i gezmeye gelmiş 2 yabancı turist bir şeyler sordu. Ben de kaldığım yerdeki abiye (Eğirdir Turizm Doğa Sporları Derneği Lokali) danışarak sorularını doğru bir şekilde cevapladım. Akşam yemeğini abinin de daveti üzerine Belediye’nin iftar çadırında yedim. Böylece maliyet yönünden iyi bir gün geçirdim.         
  Hüzünlüyüm, tur bitiyor. Ne zaman geçmişti o kadar gün, saat, km, anı,... Yüzer iskelenin demir kapısını gri kelebekle birlikte kilitleyip, özgür alanımda uykuya çekildim. Hayatımda ilk kez bir gölün üstünde uyudum.
  Galiba içinde bulunduğum duruma fazla alışmıştım. Sanki bir sonraki gün uzun yıllardır yaşadığım evimden ayrılıyormuşum gibi, memleketimden ayrılıyor gibi hüzünlüydüm

1 Eylül 2013 Pazar

9. GÜN (EĞİRDİR-ULUBORLU 77 km) (21 TEMMUZ 2013)

 Yine çok erkenden döndü pedal.  Uyandığımda içim bir garipti.Hüzün, heyecan, geldik gidiyoruz kederi...En kısa sürede bu sabah harekete geçtim (20 dk). Sanki birkaç yıldır kaldığım evden ayrılıyordum, hep burada kalsaydım keşke “Yol” da. Maalesef her şey gibi bu yolculukta bitiyordu. Ancak her bitiş gibi bunun da yeni başlangıçlara neden olacağı kesindi.
   Söylenene göre gideceğim 85 km nin ilk 65i rampalı, virajlı, yorucuydu. Ancak Akşehir  Yalvaç geçidine göre zorlamadı.
  Bir köyden geçerken:  
  -Kommen!(Almanca “Gel”)  
  -Aleykümselam   
  -Nerelisin?   
  -Uluborluluyum. İstanbul’dan bisikletle geliyorum.  
  -Yalan söyleme sen turistsin. Ramazanda dolayı çayımız da yok ki ikram etsek.  
  -Hem turist hem Uluborluluyum, etmiş kadar oldunuz. Müsaadenizle öğleden önce sıcağa kalmadan varmak isterim.  
  -Tabi, sıcak olmadan varmalısın. Hayırlı Yolculuklar!!
  Misafirperverlik, doğallık da bu oluyor zaten....Köy kahvesinde ramazandan dolayı demlenmemiş çay  için üzülmek...Nasıl da mahçup hissetti kendini...Bakışları doğal ve sadece o ana özeldi. Biz daha kafamızın dışını kimyasallarla donatıp, bakışlarımızı, kelimelerimizi kalıplara sokmaya çalışalım....
  Senirkent çıkışında “Uluborlu 10”  tabelasını gördüğümde, daha farklı bastım pedala. Diğer tarafında tabelanın orada buluşmak istediğim arkadaşımı aradım, ancak telefonu cevap vermiyordu.
  Uluborlu girişinin son 3 kmsinde yol çalışması vardı. Bu yüzden tabela yoktu. Tabela yolun bitişini temsil edecekti. Bu da yolun son sürprizi oldu. Böylece Yol bitmemiş oldu, belki de yeni başlıyordu.
 
   Babaannemin yanına varıp yolculuğumu anlattığımda bakışlarında şaşkınlık, az biraz kızgınlık, sevinç, ne diyeceğini bilememe… hepsi vardı. Yolculuk bitmeden önce haberi olsa ne derdi tahmin edilebilir ama şimdi pek birşey demedi belkide yuttu sözlerini, duygularını. Sevgiyle sarıldı bana.  
  Bir nefeste geçmişti 9 gün 820 km ve şimdi en önemli kısmı olan “Öğrendiklerini paylaşmak sorumluluğu” başlıyordu. Bir de her gece farklı bir ilçede olduktan sonra şimdi nasıl alışacaktım kalıplı hayata? Yolculuk biter bitmez ürkütücü gelmeye başladı eski hayatıma alışma süreci… Ama bu durumu aşamalar ayırmıştım, ilk 12 gün dağ manzaralı babaannemin yanı, sonra büyüdüğüm şehir (İzmir) hayatı.