6 Ekim 2013 Pazar

1.GÜN İZMİR- ALTINOVA (89km) ( 2 EYLÜL 2013)

    Heyecanla 06:15'te uyandım. Bir önceki günden kalma burun akıntım ve boğazımdaki acının getirdiği grip olma korkusu haricinde her şey yolculuk için hazırdı. Dolu dolu yaptığım kahvaltının üstüne bisikletim Gri Kelebek'i apartmanın önünde yükleyip anneme sıkıca sarıldım. Ardından yakınımda oturan amcamlardan "Allahaısmarladık" demek için geçtim. Bu an hepimiz için ilkti ve tek olarak kalacaktı (zamanın tekrarı yoktur).
   Sahil yoluna inip önce Saat Kulesiyle selamlaşıp Alsancak Garı'nda Urim abilerle (Urim Babacan, Can Küçükler, Burcu Kural) buluştum. Saat 09:30'da bisiklet alınmaya başlayan raylı sistem hattına 09:32'de giriş yaptım. 09:40 banliyö treniyle  Aliağa'ya doğru yolculuğumuz başladı.
   İndiğimizde bisikletleri merdivenlerde birlikte taşıyıp öğlen öncesi hareket ettik. İlk grupla şehirlerarası bisiklet yolculuğuna grip olma korkusu içinde çıkan ben biraz düşünceliydim. Yolculuk için gerekmeyenlerin üstüne gruba uyma gerekliliği eklenmişti çünkü.
   Yenişakran'da yediğimiz öğle yemeğinden sonra Ovacık merkeze girmeyerek Aşağıkırka köyü yolundan devam ettik. Yanından geçtiğimiz rüzgargülleri Don Kişotluğumuzu hatırlattı bize.
    Günbatımına yakın vardığımız Altınova'da bizden önce varmış olan Adnan abi (Adnan BARIM) kamp yerimizi denizin dibinde bulunan İlknur Cafe'nin (4 mevsim açık) arka bahçesi olarak ayarlamıştı. Günün son ışığından faydalanıp hızlıca çadırlarımızı kurup bisikletlerimizi birbirine kilitledik. Gri Kelebek'i ilk kez bir grupla kilitleyişimdi bu, o da benim gibi düşünceliydi.
     Cafe'de yemek yerken bulduğum acı biber turşusunu leblebi gibi tükettim gribal durumuma şifa niyetine. Acı tadı sevmeyen benim için bu zordu, ancak yedikçe kendimi daha iyi hissettirtdi. Üstüne galiba 3. ayranı içtiğimde anca kendime gelebildim.
       Bir sonraki gün 07:00'de uyanıp 07:30'da hareket etmek üzere sözleşip erkenden uykuya çekildik. Bundan sonraki gün 5 kişi olarak devam edeceğiz....
  

5 Ekim 2013 Cumartesi

2.GÜN ALTINOVA- KAYALAR KÖYÜ (KÜÇÜKKUYU) 120 KM (3 EYLÜL 2013)

  Planladığımız saatte uyandık, ancak 07:30'da hareket etmedik. Nedeni gruptaki diğerlerinin denize girmesi. Vücudum suya ihtiyaç duymuyorken yüzmek, çeşmeye kafamı uzatmak bile zihinsel durumumu bozabilirdi. Henüz suya ihtiyacı olmayan ben için bu durum sıkıcıydı. Yolculuğun yoğunluğu sabah olmalıdır bana göre. Pedal çevirmeye başladığımızda tanıştığımız Ayhan abinin bizi götürmesiyle en yakın çay bahçesinde sıkı bir şekilde kahvaltımızı ettik. Çay ücretlerini bize çaktırmadan ödeyen Ayhan abiye teşekkürle pedallar döndü, gün hedefi Ayvacık (saat10:40).
 Güne geç başlamak önceleri öğlenleri dinlenerek geçiren beni baştan düşündürttü. Bir lastik patlağında verdiğimiz kahve molası haricinde mola vermeden devam ettik. Edremit'ten geçerken önünden geçtiğim tatil köyü beni geçmişime götürdü. Ailecek tatil yaptığımız yerin tabelasıydı burası. Kaç yıl olmuştu? 12..... 12 yıl öncesi, ben, benim içimdeki ben, değişen yaşam, dünya......Ve çekirdeği aynı kalan ben. O yıllarda da düşüncelerim farklıydı ama şuan düşüncelerimi hayallerimi yaşıyor olmak ayrıca mutluluk verici. Yıllar ne zaman geçti.

   Ara vermeden devam ettik. Akşamüstü Zeytinlibağ'da bir kahvede karpuz peynirle yediğimiz öğle yemeği hepimizi serinletti.Burada günün gidişatına göre geceyi Urim abi ve Can abinin tanıdığı olması nedeniyle geceyi Kayalar köyünde geçirmeye karar verdik.
  Küçükkuyu merkezi geçtikten sonra Assos sapağından devam ettik.Hava kararıyordu. Devamında girdiğimiz Kayalar köyü sapağında hava tamamen kararmıştı ve sapaktan sonrası olan 4 km rampaydı. Zifiri karanlıkta eğimini tam göremediğim rampaları çıkmak bu güne özeldi. Ön farım yeteri kadar aydınlatmayınca kapatıp, güneş gözlüğümü çıkarıp yıldızların ışığında devam ettim. Zamanla gözüm alıştı. Grup tempoya göre önden Can ve Adnan abi, ortada ben, arkada Burcu ve Urim abi olmak üzere 3 parça halinde hareket ediyordu. Çünkü herkesin temposu farklıydı. Önümdeki veya arkamdaki grubun ne sesinden ne de ışığından bi haber çıktım rampaları. Yer yer Gri Kelebek'i iterek devam ettim.
  Köye vardığımda sırtım sırılsıklamdı. Hiçbir yere kilitlemeden denk gelen bir duvara dayadım bisikletimi. Köy kahvesindeki küçük tüpte yapılan ton balıklı makarna lezzetliydi. Üstüne sohbet ettiğimiz Arif dayı (kahveci) köyün ahlaki ütopikliğini, huzurunu anlattı. Böyle şeyler en fazla masallarda olabilirdi kapılar kilitlenmez , konuşmalarda belli bir adap vs....
  Köy kahvesi boşaldığında sandalyeleri birleştirerek yaptığımız uyku tulumu yerlerinde güzel uykumuza çekildik. Açık havada uyumaya önceki turumdan alışık olan ben balkondaki sandalyeleri birleştirdim. Hazır hava tertemizken vücudumun gece boyu oksijene doydu.......

4 Ekim 2013 Cuma

3.GÜN KAYALAR KÖYÜ - BOZCAADA - ÇANAKKALE (62KM) (4 EYLÜL 2013)

  Manzaraya bakarak uyandım. Hemen kahveyi eski haline getirip manzara eşliğinde keyifli bir kahvaltı yaptık. Kahvaltının üzerine biraz daha oturup müsaade istedik. Yolcu yolunda gerek.
  Önceki gece çıktığımız rampaların devamını çıkarak ana yola çıktık. Gözüm yeşile doydu. Anayola çıkınca Ayvacık'a varmamız çabuk oldu. Bir çay molasının üstüne tam pedal devam ettik.
  Geyikli yol ayrımında gruptan ayrılıp tempomu artırarak arabalı vapura koştum. 18 km mesafe rampa çokluğu nedeniyle bitmedi. Kilometre sayacına her baktığımda 30 dakika var görünmekteydi. Son dakikalarda tempomu artırarak yetiştim arabalı vapura. Hatta öyle ki bilet alırken öğrenci olduğumu söylemediğim için 2,5 yerine 6 TL ödedim. Vapur inişimde tanıştığım bisikletiyle gezen Arda'yla tanışmak güzeldi. Onun da benim gibi İstanbul'da öğrenci olması dünyanın küçüklüğünü anımsattı.
  Varır varmaz önceden rezervasyon yaptırdığım akşam için Çanakkale'ye deniz otobüsü biletimi aldım. Ardından gezmeye "Yerel Tarih Araştırma Merkezi Müzesi"yle başladım. Müze görevlisinden duyduğum "Gezecek bir yer yok" cümlesi vakit azlığıma sevinmemi sağladı. Kale, sokaklar, farklı mimari yi gezmem çabuk oldu. "Ayazma Plajı"nı duydum, ancak denize girme niyetim olmadığı için gitmedim.
  Akşam saatinde bindiğim deniz otobüsü bir bisikletli olarak daha özgür olduğumu hatırlattı. Bozcaada'ya arabayla gitmiş olsam dönebileceğim tek yer Geyikli olacaktı. Bisikletli olduğum için aynı yerden tekrar geçmedim. Çanakkale'ye vardığımda hava kararmıştı. Daha önceden internetten gönderdiğim mesaj sayesinde buluştuğum Selim ağabeyle sohbet keyifliydi. Oradan geçtiğim Çanakkale Devlet Hastahane'si bahçesindeki kamelyada huzurlu uykuma çekildim.

3 Ekim 2013 Perşembe

4.GÜN ÇANAKKALE - SİNEKÇİ (118 km) (5 EYLÜL 2013)

  Uyandığımda hava serindi. Tam hareket edecektim ki işine bisikletiyle gelen Murat ağabeyin sabah çayına konuk oldum. Emekli öğretmen olan Murat abi, keyifle eğitimini aldığı hastane bahçesinin toprak işleriyle uğraşıyor.Sohbetine doyum olmadı, beni oğlu gibi gördü resmen.  Tam hareket ederken telefon numaramı istedi, varınca aramamı tembihledi.
  Çanakkale'den ayrılmadan önce Truva atıyla tanıştırdım Gri Kelebek'i. Tahta at savaşta kullanılmış, demir atlarla daha barış içinde, daha temiz olacak dünya.  
  Şehirlerarası yola çıktığımda ilerlerken manav Ahmet abiyle tanıştım. Benim için çay demledi, yediği yemekten zoraki yedirdi. Bakışları o kadar doluydu ki gözümü ondan ayırmak istemedim. Denizin tam karşısında şehit düşen dedelerimizi andık onunla birlikte. Nasıl da seve seve gitmişlerdi Çanakkale'ye..... 98 yıl önce ve tam karşı kıyıda.....
  "Diyelim ki dövüşülmeye değer bir şeyler için savaştayız/ Daha o gün ilk hucümda kapaklanıp ölmek de mümkün/ Büyük bir istekle bileceğiz bunu/ Ve büyük bir hınçla merak edeceğiz/Belki de yıllarca sürecek savaşın sonunu  " NAZIM HİKMET "YAŞAMAK" ŞİİRİNDEN
 Devam ettiğimde her pedalda başka olaylar geçiyor aklımdan ve gözümü alamadım karşı kıyıdan.  
 Öğlemolamı verdiğim Gürecialtı kasabasında tanıştığım Fransız gezgin çift yolculuğun yaşı olmayacağını hatırlattı. Bayan 54, bay 62 yaşında; Fransa'dan tam pedal gelmişler. Bunun için çalıştıkları yerden 7 aylık izin alarak çıkmışlar yola. Bundan güzel dinlenme olamaz zaten.
   Bir yol kenarında tanıştığım polislerden aldığım fikirle akşam için çadır yerimi Baştur Petrol olarak kesinleştirdim. Yola devam ettiğimde yol çalışmalarına tekrar sevindim , 2 şerit benim.
  Ağzımdaki kurabiyeleri ıslatmak için çayımı içtiğim Üçyol Cafe (Biga/Çanakkale) nereye gidersem gideyim aslında uzaklaşamayacağımı hatırlattı (İzmir Üçyol'da büyüdüm). Biga'dan geçerken tanıştığım resimdeki arkadaşlar özellikle bu fotoğrafı herkese göstermemi istedi, "Merak ederlerse buradayız, bizimle tanışabilirler" diye ekleyerek.
  Günbatımına yakın vardığım Baştur Petrol'e vardığım gibi çadır müsaadesi aldım. Kamelyanın yanına kurduğum çadırıma hızlıca yerleştim.Telefonuma baktığımda sabah tanıştığım Murat abinin aradığını gördüm. Nasıl da hızlı bağlanıyor insanlar birbirine. Aradığımda öğrendim ki beni merak etmiş.
  Çorbanın yanına aldığım fazlaca ekmeğin yanına ton balığımı katık edip karnımı doyurdum. Bacaklarımın ağrısından basamak çıkmakta zorlanıyordum, ancak tek başınalığımın tek olumsuz yanının bu olması tercih edilirdi....

2 Ekim 2013 Çarşamba

5.GÜN SİNEKÇİ - BANDIRMA - İSTANBUL (75 KM) 6 EYLÜL 2013



  Erkenden uyandığımda bacağımdaki ağrı beklediğimin aksine geçmemişti. Mola tesisinde aynı zamanda kamyon ve otobüsler de duruyor olması nedeniyle gece saatlerinde çadırın içi zaman zaman gündüz gibi aydınlık olmuştu.Gece bu nedenle birkaç kez uyandım. Hatta birinde dışarı baktığımda kamelyada otobüs molasında oturan insanlarla denk geldim. Ben onlara bakınca onları anlayabiliyordum ama onların bana bakışı farklıydı.
  Tam çay tost la kahvaltımı yaptım, kamyoncu bir abi "Yanında biri olsa iyi olmaz mı?, Canın sıkılıyordur" demişken yanıma 2 arkadaş geldi (Baran ve Şahin). Biraz sohbet sırasında bunun onları ilk turu olduğunu, aynı yere gittiklerini, yanlarında olmayan mat ve uyku tulumundan dolayı geceyi çok zor geçirdiklerini öğrendim.
  Rampalar birbirini takip etti. "Bu son", "Bu son" diyerek gidiyorduk. Benim ve Baran'ın patlayan birer lastiğimiz molalar oldu. Bandırma giriş tabelasını gördüğümüzde hissettiğim  çok şey vardı. Tek sıkıntımız tabelanın iniş rampasının tam ortasında olmasıydı. Deniz otobüsü iskelesini yukarıdan gördüğümde Gri Kelebek sanki demir attan, kanatlı at a terfi etmiş gibiydi.
  Deniz otobüsü iskelesinin önünden Bandırma'dan arkadaşım Cihan'la buluşup hızlıca biletlerimizi aldık. Üstüne yediğimiz dürüm adeta midemi dolduruyordu. Yemek yemeden önce koktuğumu hissetmeye başladım. Galiba kendimin kötü koktuğunu fark etmem için öncelikle normal kokunun ne olduğunu fark etmeliydi burnum. Yolculuğun başından beri ilk kez kendi kokumdan rahatsızdım.
  Feribota bindiğimde her şey nerdeyse bitmişti. İlk bisiklet turumun başladığı yerde 2. turum bitiyordu. Feribottan inip tam tempo eve ulaştığımda yolculuğumdan bahsettiğim komşularım adeta alkışlıyordu.
  Eve varınca hızlıca eşyalarımı boşaltıp duşa koştum. Vücudum belki de ilk kez bu kadar özlemişti sabunu ve suyu. Evde beni karşılayan dostum Ender'le gidip güzel bir yemekle kutladık 2 Bisiklet Turumun tamamlanmış olmasını. Uzun zaman beklemiş, sabretmiş, muradıma ermiştim......
  Darısı nice yolculuklara.......